Kocamın Beş yıl sonra, bana verdiği son şey olan saksı raftan kayıp parçalandığında içinden çıkan şey hayatımı değiştirecekti…

Tarih: 27.12.2025 20:39

Beş yıl sonra, bana verdiği son şey olan saksı raftan kayıp parçalandığında, altındaki toprakta gördüklerim dizlerimi titretecek kadar korkunçtu. Ne olduğunu anlamadan çığlık attım; sonra titreyen ellerimle telefonumu kaptım ve polisi aradım.

Hayatımın ikiye ayrıldığı gecenin üzerinden beş yıl geçti. Ölümü ani, sadeliğiyle acımasız ve kabullenmesi imkânsızdı.

O akşam fırtına kopmuştu. Elektrikler kesilmişti. Yağmur pencerelere şiddetle çarpıyor, zemin kayganlaşıyordu. Marketten yeni dönmüştü. Merdivenlerin tepesine ulaştığında ayağı kaydı; sert bir şekilde yuvarlanarak yere düştü. Çıkan gürültü o kadar yüksekti ki komşular içeri koştu. Boğazım yanana kadar ağladığımı hatırlıyorum. Sağlık görevlileri geldi ama yapabilecekleri hiçbir şey yoktu. Orada, oturma odamızın zemininde öldüğü ilan edildi.

Hiçbir soruşturma yapılmadı.
Hiçbir şüphe dile getirilmedi.
Herkes bunun korkunç bir kaza olduğu konusunda hemfikirdi.

Sonraki yıllar birbirine karıştı. Var oluyordum ama gerçekten yaşamıyordum. Günlerim bir gölge gibi geçiyordu. Beni ayakta tutan tek şey, ayrılmayı reddettiğim tek bir nesneydi: düğün günümüzde bana verdiği, yatak odamın pencere pervazında duran leylak rengi bir orkide.

Değerli değildi.
Olağanüstü değildi.

Ama hâlâ ona aitmiş gibi hissettiren son şeydi.

Aynı saksının, bir gün yüzleşmeye hazır olmadığım bir gerçeği ortaya çıkaracağını hiç hayal etmemiştim.

Sakin bir öğleden sonraydı. Komşunun kedisi balkonuma atladı, köpeğim havladı ve bu karmaşada rafa çarptılar.
Kırılan seramiğin sesi keskin bir şekilde yankılandı.

Kalbim durdu.

Hemen oraya koştum. Saksı yerde paramparça duruyordu; sanki kocamın son parçası da onunla birlikte kırılmıştı. Toprağı toplamak için diz çöktüğümde, alışılmadık bir şey dikkatimi çekti.

Köklerin altında, toprağın derinliklerine gizlenmiş, sıkıca sarılmış küçük bir bez parçası vardı.

Donakaldım.

Bu saksı her zaman benimdi. Bana vermişti. Ve yine de… içinde gömülü bir şey hiç görmemiştim. Bir kez bile.

Ellerim titreyerek parçayı kaldırdım. Kumaş eskimişti, rengi zamanla solmuştu; ince siyah bir iplikle bağlanmıştı. Her neyse… yıllardır orada saklıydı.

Yavaşça açmaya başladım. Parmaklarım kontrolsüzce titrerken fark ettim ki—

Bu bir kaza değildi.

Hikâyenin tamamını okumak için devam edin. 👇

Parmaklarımın arasındaki bez parçası açıldıkça zaman da geriye doğru akmaya başladı sanki. Kumaşın içinden çıkan ilk şey, eski bir anahtardı. Küçük, paslanmış, sıradan… ama hemen tanıdım. Bodrum kapısının yedek anahtarıydı bu. Yıllar önce kaybolduğunu sanmış, sonra da üstünde durmamıştık. Kalbim hızlandı.

Anahtarın altında katlanmış birkaç kâğıt vardı. Nemden sararmış, kenarları toprağın içinde çürümeye başlamıştı. Yazı onun el yazısıydı. Tanımamak imkânsızdı. Düğün davetiyelerimizi yazarken defalarca gördüğüm, harflerin ucunda hafif bir titreme olan o yazı…

İlk sayfayı açtım.

“Eğer bunu okuyorsan, planladığım gibi gitmedi demektir.”

Nefesim kesildi. Bir an gerçekten bayılacağımı sandım. Duvara yaslanıp oturdum. O sırada köpeğim sessizleşmişti, evde garip bir boşluk vardı. Sanki ev bile bu satırları okumamı istemiyor gibiydi.

Devam ettim.

“Bunu sana doğrudan anlatmaya cesaret edemedim. Çünkü bilmek seni tehlikeye atabilirdi. Ve seni korumak, her şeyden daha önemliydi.”

Koruma mı? Kimden? Neden?

Sayfalar ilerledikçe dizlerimdeki titreme arttı. Kâğıtlarda bir itiraf vardı. Ama beklediğim gibi kendine dair değil… başkalarına dair.

Meğer kocam, öldüğü yıl bir şeye tanık olmuştu. Market dönüşü dediğimiz o akşamdan haftalar önce. Çalıştığı depoda yasa dışı bir sevkiyat fark etmişti. Başta önemsememişti ama sonra isimler, plakalar, tarihler… her şey bir araya gelince bunun basit bir kaçakçılık olmadığını anlamıştı. İçinde bulunduğu şey, polisle iç içe geçmiş, üstü örtülen bir ağdı.

“Resmî olarak kimseye güvenemem. Eğer yanlış kişiye gidersem, bu iş kazayla kapanmaz.”

Sonra benim adım geçiyordu satırlarda. İlk kez adımı onun yazısıyla, böyle bir bağlamda görmek içimi parçaladı.

“Seni bu işin dışında tutmak zorundayım. Eğer bir gün bana bir şey olursa, herkes bunun bir kaza olduğunu düşünsün. Sen de.”

Gözlerim doldu. Boğazım düğümlendi. Yani o gece… fırtınalı gece… gerçekten bir kaza değil miydi?

Bir sonraki sayfa daha kısa ama daha netti.

“Eğer planım işe yararsa, bu notu asla bulmayacaksın. Ama eğer bulduysan, demek ki susturuldum. Ve demek ki hâlâ tehlike bitmedi.”

Telefonum elimde titredi. Saate baktım. Aradan beş yıl geçmişti. Kim, neden hâlâ tehlikede olabilirdi?

Notların en altına iliştirilmiş küçük bir kâğıt daha vardı. Üzerinde tek bir adres yazıyordu. Şehrin dışındaki eski bir depo. Yanına da bir tarih eklenmişti.

Düğünümüzden iki gün önce.

Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Demek her şey, sandığımdan çok daha eskiden başlamıştı.

O gece uyumadım. Notları defalarca okudum. Onu düşündüm. Son yıllarını… sessizliğini… bazen dalıp gidişini. Hep yas sandığım şey, belki de korkuydu.

Sabah olduğunda kararımı vermiştim. Polisi aramayacaktım. Henüz değil. Önce kendim görmeliydim. Çünkü beş yıl önce kimse soru sormamıştı. Şimdi de sorulmayabilirdi.

Depoya gittiğimde hava kapalıydı. Aynı o geceki gibi. Kapı paslıydı ama anahtar hâlâ uyuyordu. Kilit açıldığında çıkan ses, içimde bir şeyin de açıldığını hissettirdi.

İçerisi karanlıktı. Telefonumun fenerini yaktım. Rafların arasında ilerlerken kalbimin sesini duyuyordum. Arka köşede, üzeri branda ile örtülmüş bir sandık vardı. Notlarda bahsedilen “kanıtlar” bu olmalıydı.

Sandığı açtığımda, her şey netleşti.

Belgeler. Fotoğraflar. Ses kayıtları. İsimler. Tarihler. Ve en önemlisi… bir video.

Titreyen ellerimle videoyu açtım. Ekranda kocam vardı. Kameraya bakıyordu. Yorgundu ama kararlıydı.

“Eğer bunu izliyorsan,” dedi, “demek ki artık yokum.”

Ağladım. Sessizce, boğazımı sıka sıka.

“Beni öldürdüler,” dedi sonra. “Ama bunu bir kaza gibi gösterdiler. Çünkü en kolay yol buydu.”

Video orada bitiyordu.

Sandığın dibinde, son bir zarf vardı. Üzerinde benim adım yazıyordu.

“Bunu okuduğunda güçlü olacağını biliyorum. Gerçek seni yıkmasın diye bekledim. Ama artık susma sırası sende değil. Seçim senin. Gerçeği açığa çıkarabilir ya da bu sandığı kapatıp hayatına devam edebilirsin. Seni sevmek, seni bu yükten kurtarmak demekti. Ama belki de sevgi, gerçeği saklamak değil… paylaşmaktır.”

Sandığı kapattım.

Eve döndüğümde orkidenin toprağını temizledim. Yeni bir saksıya diktim. Farklı bir çiçek seçtim yanına. Bahçe değişmişti. Ben değişmiştim.

Bir hafta sonra belgeleri doğru yere teslim ettim. Bu sefer görmezden gelinmedi. Haberler çıktı. İsimler düştü. Dosyalar açıldı.

Kocamın ölümü resmen hâlâ “kaza” olarak kaldı. Ama ben artık gerçeği biliyordum.

Bazen geceleri pencere pervazındaki orkideye bakıyorum. Artık ona tutunmak için değil… hatırlamak için.

Çünkü bazı gerçekler toprağa gömülebilir.
Ama zamanla, mutlaka filiz verir.

SON

Bu sayfanın içeriğini kopyalayamazsınız